ENDİŞE-2
Kalbin iki ayağı var, dimağ ve vicdan. Dimağ, makes-i efkar. Kalpteki fikirlerin yansıdığı yer. Vicdan, mazhar-ı hissiyat. Endişenin yeri, kalbin içerisinde olan vicdan. Vicdanın içerisinde dört veri tabanı var. İrade, zihin, his, latife-i rabbaniye. Endişenin üç modu var her şeyde olduğu gibi. İfratı, tefriti, vasatı… Endişenin yönü mazi değil, gelecekten… Korkular, geçmişten değil. Geçmişten hüzünler, elemler var. Gelecekten korkular, endişeler var. Demek ki endişenin yönü, gelecektir. Geleceği yorumlayamamaktan, izah edememekten, iman etmiş olduğumuz ahirete dünyevi hayatımızın ters çalışmasından kaynaklanır.
Hayvan ise, fikri olmadığı için, hazır lezzetini, geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen korkular, endişeler bozmuyor.(Sözler 145)
Üç tane zamanı zikretti.Geçmişi zikredebilmesi için, gelecek olması lazım.Hüznün yönü geçmiş. İnsan yaşadığı, mazi olduğu hayatına gidiyor. Mazi demek gittiğimiz haşir meydanı demek. Yaptığımıza gitmiyor muyuz? Çünkü göz nerdeyse akıl da oradadır. Kaşık nerede, göz oradadır. Göz nerede akıl oradadır. Akıl nerde düşünceler ordadır. Düşünceler nerde his ordadır. His nerede muhabbet oradadır. Onun için tek tabakta yiyeceksiniz. Çünkü, o yemek değil artık… Muhabbet zemini…Duyguların paylaşıldığı bir yer. Kabe de böyle değil mi? Ben gittim maneviyatımı attım oraya.. O geldi attı… Yedi milyon insan maneviyatını attı.. Ama ben bir attım, yedi milyonun maneviyatını aldım. Onun için, ami bir adam gider, veli gelir diyor Üstad. Allah(c.c) diyor ki: “Yaptıklarınızı göreceksiniz.” Yaptıklarımız dünyada mazi iken, hakikatte ne oldu? Gittiğimiz haşir meydanı oldu. O halde geçmişimiz gelecektir. İnsan, yaşadığı mazi hayatına gidiyor. İstikbalimiz, adeta mazilerimiz olmuş. Ruh için, mazi hal, istikbal yoktur. Hal, yani geçmiş gelecek denilen şey, bedensel hayata aittir, alem-i şehadete mahsustur.
Kalp ve ruhun derece-i hayatında mazi ve müstakbel yoktur. Hazır an gibidir. Mazi, hal, istikbal… Üçünü de bir hissediyor ruh. Ruh yaşadığı hale, önüne çıkacak istikbale bir bakıyor. Ruh şu anda, bizim ruhumuz hale ve istikbale bakabiliyor. Ruh için istikbal, mazi gibi.
Alem-i gayb olan geçmiş ve gelecek, hazır an gibidir ve canlı ve ruhludur. Ve istikbal, hale uğrayarak maziye dökülüyor.
Geçmişinizin içinde siz varsınız, geleceğinizin içinde de siz varsınız. Geleceğinizdeki sizde irade var. Hale uğrayınca ihtiyar olur. İhtiyar hazır zamana bakar, şimdiki zamanı tercih eder. İrade ise hazırdakileri tercih eder. Aynı zamanda şu günahı terk et diyor Allah, sana cennette şunu vereceğim.. cennet gayb, hazır değil. İhtiyar bunu yapamaz. Hazırı gayba kıyas edemez. Hazır zamandaki lezzetleri, gelecekteki vaadedilen lezzetlere mukayese edip, tercih ettiren ihtiyar değildir, İradedir.. ihtiyar aklidir… Onun için kafirin iradesi yoktur, ihtiyarı olduğundan, gelecek ahireti, tercih edemez hazır zamana. Bizim de ne kadar irademiz zayıf ise ahirete yönelik tercihlerimiz zayıf olur. İradeyi güçlendiren ibadetullah. Zihni maarifetullah, hissi muhabbetullah, latife-i rabbaniyenin ise müşahedetullahtır. İbadeti çok yapar isek yani Sünnet-i Seniyyeyi yaşarsanız, irade güçlü olur. İrade güçlü olur ise ibadette güçlü olur. Ruh için, istikbal mazi gibi, mazi de istikbal gibidir. Üçünü bir gören ruh endişe ediyor. Ruh üç zamanı birden yaşıyor, istikbali görüyor, bakıyor ki durum hiç iyi değil… Onu görünce sana hemen hissettiriyor. Akıl onu çerçeveleyemiyor. Ruh endişe ediyor. Çünkü mazisi doğru ve iyi geçmemiş. Ahirete kıyas ettiğinde aldığı dehşetin adı sen de endişedir… Ruhun en iyi ilacı tövbedir.
Altı tane sıfatın donmuş halidir beden. Beden: His, heves, heva, tabiat, damar, asab. Bu altı tane şeyin donmuş haline beden, cisim, nefis diyoruz.
İstikbal diyebilmek için, hal ve maziye ihtiyacım var. Mazinin içinde sen var olduğun gibi, istikbalin içinde de sen varsın. Alem-i Şehadet için bedensel hayat için üç zaman var. Zaman istikbalden hale uğrar, maziye dökülür. Tek yönlü bakışımızdan endişelerden kurtulamıyoruz. Endişenin kaynağı bu. Tek yönlü zaman bakışımızdan. Tek yönlü zaman akışına bakıyoruz. Zaman akışı bizim için: İstikbalden hale uğrar maziye dökülür. Sırf bu bakışımızdan dolayı endişelerimizden kurtulamıyoruz.
Kalp ve ruh zamanın üç halini yaşayabilir. Kalp ve ruhun derece-i hayatına his ve fikren çıkar isek üç zamanı birden görebileceğiz. Veya hissedebileceğiz. Üç zamana birden bakabilen, istikbaline doğru adım atar. Mazisini unutan, istikbalini yorumlayamaz, izah edemez. Endişenin yönü gelecek ve onu ortadan kaldıran iman-ı bil ahirettir. Ahirete imanın yönü gelecektir. Bizler zamana tek yönlü baktığımızdan endişelerden kurtulamıyoruz.
Elbette alem-i gayb, yani mazi müstakbel, yani geçmiş ve gelecek mahlukatın hayat-maneviyeleri hükmünde olan intizam ve nizam ve malumiyet ve meşhudiyet ve taayyün ve evamir-i tekviniyeyi imtisale müheyya bir vaziyette bulunmalarını, sırr-ı hayat iktiza ediyor. (Sözler 110)
Öyle de alem-i gaybdan sayılan geçmiş ve gelecek mahlukatın dahi manen hayatdar bir vücud-u manevileri ve ruhlu birer sübut-u ilmileri vardır ki; Levh-i Kaza ve Kader vasıtasıyla o manevi hayatın eseri, mukadderat namıyla görünür, tezahür eder. (Sözler 111)
Senin geçmişin canlı ve ruhlu olduğu gibi geleceğin de canlı ve ruhludur.
Kalpte dört tane temel var: Vicdan, dimağ, latife-i insaniye, lümme-i şeytaniye. Endişe, dimağa geliyor. Dimağda tasavvur var, düşünceler… Gidiyor nerede olumsuzluk var, ümitsizlik var, nerede yeis, Allahtan rahmet kesilme var, hepsini topluyor. Topluyor, senin karşına koyuyor. Allahsız düşünmek… Geçmiş zamanın bütün kusurlarını toplar, ama bir çok iyiliğin de vardır onları getirmez.
Zira madem ki bir insan Cenab-ı Hakk’ın hıfz u himayesinde bulunmak nimetine mazhar olmuştur; artık onun için korku, endişe, üzüntü, yılma, usanma vesaire gibi şeyler bahis mevzuu olamaz.(Tarihçe-i Hayat 9)
İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyni getirir.
Kendi vücudu, belki bütün mahlukatın vücutları ademe gidiyor diye endişe ediyor iken, ölümün bir visal olduğunu, bir tebdili mekan, baki bir meyvenin sümbüllenmesi olduğunu beyan etmiştir.
Doğru düşünmemekten endişe…
Tevekkül ve teslimimizin eksik olmasından kaynaklanan endişe…
Geleceği yanlış yorumlamaktan doğan endişe…
Kendini değersiz, kimsesiz, basit yorumlamaktan kaynaklanan endişe…
Kendinden kaçmaktan doğan endişe…
Kendini sevmemekten, barışmamaktan kaynaklanan endişe…
Allah canibi ile bakamamaktan, yani asrın imamının gözüyle bakamamaktan kaynaklanan endişe…
Her vakit oraya çağrılmasına nöbetini bekleyen bir insana verdiği o endişeden gelen elim elemi kaldırabilir mi? (Sözler 143)
Yaşadığı hayatla, ümit ettiği ahiret hayatı arasındaki farklılıktan ortaya çıkan histir endişe.
Yaşadığı hayat ile ümit ettiği ahiret hayatı arasında korkunç bir uçurum var. O uçurumun adı endişedir.
Şimdilik vazifemiz ise, istihrac-ı esrar olduğundan, mevcud mesaili nakil değildir. Gücenme, tafsilat veremiyorum. (Barla L.347)
Üstadımız hakkında ehl-i dünya ve ehl-i hüküm tarafından çok defa “Ne ile yaşıyor?” diye endişekarane soruluyor. (Barla L. 301)
Üstada soru soruyorlar ve cevap gelmeyince endişe ediyorlarmış.
Ve emr-i rabbani ile, mütemadiyen istikbalden gelip, hale uğrayarak teneffüs eder, maziye dökülür. (Mektubat 239)
Sen cismen bedenen bir yere gitmiyorsun. İstikbal hale, sana uğruyor, şekilleniyor sonra maziye dökülüyor. Sen sırf onaylıyorsun veya reddediyorsun. Hadisat sen olsan da olmasan da olacaktı. Mesela narkozlusun hastanede… Şuurun yok. Senin istikbalin hale uğrayıp maziye dökülmüyor mu? Şuurlu isen onaylıyorsun, adam oluyorsun. Reddediyorsun kafir oluyorsun.
Ve oradan gelen ve başını vücuda çıkaran ve zaman-ı hazıra uğrayan biçarelerin başları, ecel celladının satırıyla kesilip hiçliğe atıldığından, mütemadiyen akıl alakadarlığıyla senin imansız başına hadsiz elim endişeler yağdırıyor. (Şualar 199)
Akıl, Allahın sana verdiği aklın aklıdır, aklın gözüdür. Allah sana nurunu verirse, aklın aklı oluyor, aklın gözü oluyor. Hadisi kudside: “Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı olurum” diyor. Yürüyen ayağı, tuttuğu eli oluyorsa, düşünen aklı da olabilir. Hayatınızın hayatı…
Dünyada iken, ahiret gözlüğü, ahiretin GPS’idir… Nedir o? İman…
Akıl hakkında şöyle bir hadisi kudsi var, bil-mana. Allah aklı yaratmış, akla gel demiş, gelmiş.. Git demiş, gitmiş.. Otur demiş, oturmuş. Kalk demiş, kalkmış. Demişki: “Senden daha kutsi bir şey yaratmadım ama seni de senden daha kudsi birşeyin içine koyacağım, ona hizmet edeceksin.” O da İnsan…
Bu akıl yaratılır iken, bu akıl kullanılmadı, bu akıl başka akıl ile yapıldı, bu aklı ona bağlamak bu akıllılıktır. Bu akılla bunu idare etmeye kalkmak zekavettir, Allah belasını vermiştir. Aklı verene aklı bağlamak, aklın aklıdır. Vahiy aklın aklı, gözün gözüdür. Aklı vahye bağlamak ahiretin GPS’sidir. Ahiretin GPS’i ise imandır.
Geçmişten çıkan teessüfler, elim firaklar ve gelecekten gelen korkular ve endişeler; senin cüz’i lezzetini hiçe indirir. (Şualar 200)
Yoksa elim endişeler içinde, kendini uyutturmak ve unutturmak için çocukça oyuncaklarıyla, haylaz bir hayatla yaşayacak.(Şualar 224)
Geçmişten elim ve teessüfleri İman-ı Billah ile kaldırırsınız. Ahiret nokta-i istimdaddır. Fıtratımın isteklerine verilen cevaptır. Allaha iman ise, kendini yorumlamaktır. Allahı ortadan kaldırırsanız, insanı insanla izah edemezsiniz…
Yorumlar
Yorum Yap