-Hamd, şeyleri bir yokluktan ve yokluğun yokluğundan var eden ve şeylerin varlığını kelimelerinin yönelişine dayandıran Allah’a mahsustur. Bu sayede onların yaratılmışlığını ve Hakk’ın kadimliğinden kaynaklanan ezeliliklerinin sırrını öğrendiğimiz gibi Allah’ın bize bildirdiği kadimliğini de öğreniriz. (14)
fütuhat-ı mekkiyye 1. cild
-Allah Teala şöyle buyurur: ‘O’nun benzeri bir şey yoktur.’ Bu ayet farklı şekillerde yorumlanmıştır. Allah bu ayetle ilgili olarak tevil yapan herkesin yorumunu ve bunların arasından en üstününü bilir. Bu yoruma göre varlıkta Hakka benzeyen veya Hakkın misli bir şey yoktur. Çünkü varlık, Hakkın aynıdır ve varlıkta O’ndan başkası yoktur ki O’nun benzeri veya O’ndan farklı olsun. Böyle bir şey düşünülemez. Şöyle sorabilirsin: ‘Peki bu görülen çokluk nedir?’ Şöyle deriz: ‘Hakkın varlığında onlar, mümkün istidatların hükümlerinin nispetleridir. Nispeder ise ne hakikat ne de bir şeydir. Onlar, nispetlerin hakikatlerine göre, var olmayan durumlardır (umur-ı ademiyye). Varlıkta O’ndan başka bir şey yok ise, O’nun misli bir şey de yoktur, çünkü (O’ndan başka) herhangi bir şey yoktur! ima ettiğimiz şeyi anla ve iyice öğren. Çünkü mümkünlerin istitları, sadece varlık kazanmışlardır. Varlık ise Haktan başka değildir. Çünkü varlığın Hak olmayan (Hakka) ilave bir şey olması imkânsızdır. Apaçık delil bunu gösterir. Öyleyse varlıkta, varlık ile sadece Hak zuhur etmiştir. Yani Varlık, Haktır ve birdir. O’nun benzeri olabilecek bir şey yoktur. Çünkü birbirinden farklı veya birbirine benzer iki varlığın olması mümkün değildir. O halde gerçekte cem’, daha önce de belirttiğimiz gibi, varlığı O’na tahsis etmendir. Bu durumda varlık O’nun aynı olur. Ortaya çıkan sayı ve ayrımı ise, mümkünlerin ayan’ına tahsis edersin (cem’). Bunlar, onların istidadarının aynıdır. Bunu öğrenince, cem’in, cem’u’l-cem’in ve çokluğun varlığının anlamını öğrenmiş olursun. İşleri asıllarına katmış, hakikatleri temyiz etmiş olursun. Bu durumda, Hak her şeye yaratılışını verdiği gibi, sen de her şeye hükmünü verirsin. Cem’i söylediğimiz şekilde anlamazsan, ona dair bir bilgin yok demektir. (296)
-mülk için su bir heyula gibidir. Allah’ın mülkü olan âlemin suretleri ise onda ortaya çıkmıştır. Bilgi ise, cevher ve nispederle sınırlıdır. Öyleyse cevherler vardır ve nisbetler, var olmayan (ademî) akledilir şeylerdir. Allah’ın dışındaki her şey bu durumdadır.(112)
Terkip bir nispettir ve nispet var olmayan (ademî) bir durumdur. Bu basitlerin terkibi olmasa ve onlar bir araya gelmeseydi, daha önce var olmayan bir şey ortaya çıkmayacak ve var olmayacaktı. Öyleyse ortaya çıkan şey, basitlerin kendilerinden başka bir şey değildir. Bu mizaçtan ortaya çıkan şey de mizaçtan başkası değildir. Dolayısıyla ‘niçin engellendim?’ diyecek biri yoktur. Böyle bir şey olmayınca, ilahi cömertlikte engellenme de mümkün olmamıştır. O halde engelleme ve engelleyen (bahsi), var sayılan nispetlere döner. Allah herkese bu ve benzeri bilgileri öğretmez. Şeriatlar ise insanların dillerinde alışkanlık haline gelmiş ifadelere göre inmiştir. Bu nedenle Allah ‘Her peygamberi kavminin diliyle gönderdik’ buyurur. Dolayısıyla her peygamber dilde aşina olunan anlayışlara göre vahiy getirmiştir. Bazen dildeki uzlaşma hakikatlerin kendinde bulunduğu durumdan farklı bir şekilde gerçekleşirken bazen öyle olmaz. Allah Teâlâ bütün bu durumlarda kendi katından indirmiş olduğu hükümleri(231) korkutmalarını ve vaatlerini anlasınlar diye onlara uyar. Akıl delili Hakk’ın bir mekânda sınırlanmasının imkânsızlığını gösterirken şeriatın dili Allah için mekânda bulunmayı zikretmiştir. Bu durum, kendilerine peygamber gönderilenlerin dillerindeki ortak kullanımdan kaynaklanır. Hz. Peygamber zenci cariyeye ‘Allah nerededir?’ diye sormuştur. Soruyu peygamberden başkası sormuş olsaydı, akıl soruyu soranın cahil olduğuna hükmederdi, çünkü Allah için mekân olamaz. Soruyu soran peygamber olup onun hikmeti ve bilgisi malum olduğu için,' buradan muhatabın Yaratıcısını ancak kendi tasavvuru ölçüsünde bilebileceğini anladık. Alışık olduğu dilden ve kendi tasavvurundan başka bir şekilde peygamber kadına hitap etseydi, hiç kuşkusuz, amaçlanan yarar kalkar, kabul gerçekleşmezdi. Binaenaleyh peygamberin hikmeti, öyle bir hususu öyle bir soruyla ve ifadeyle sormak şeklinde tecelli etmiş, kadın göğü işaret ettiğinde Hz. Peygamber ‘Mümin bir kadın’, yani Allah’ın varlığını tasdik eden bir kadındır demiş, hâlbuki ‘bilgili bir kadın’ dememiştir. Alim bilgisiyle cehaletinde cahile eşlik edebilir (onu anlayabilir). Alim olmayan cahil ise âlime eşlik edemez ve ona bilgisizce yaklaşır. Bütün bunlar, âlemdeki ilahi hikmetlerdir.
‘Sıfatlar O’nun zatının ne aynı ne de ondan başkadır’ diyenin ifadesi ise gerçekten son derece uzaktır. Bu görüşü benimseyen kimse ilâvenin -ki başka demektir- varlığını kesinlikle delillendirmiş, fakat böyle bir isimlendirmeyi inkâr etmiştir. Sonra tanımda başka hakkında şöyle hüküm vermiştir: İki başka şey, birisinin diğerinden zaman-mekân, varlık-yokluk olarak ayrılması mümkün olan şeydir. Fakat konuyu bilen bütün bilginlere göre bu, iki başka hakkında gerçek bir tanım değildir. Bir şeyin farklı şeylere ilişmesi, onun zatında bir olmasına etki etmez. Sözün bölünmesi (fiil, isim, bağlaç veya geçmiş, gelecek ve şimdi¬ ki zaman), onun birliğine etki etmez. Bir şeyin zatî nitelikleri çok olsa bile, bu durum, o şeyin kendisindeki çokluğu göstermez. Çünkü (akılda ve bilgide) birbirlerinden ayrı bilinseler bile (gerçekte) nitelikler, zatın bütünlüğünden ibarettir. Âlemdeki her suret, cevherdeki bir arazdır. Suret, farklı cevherlere girer ve ayrılır. Cevher ise tektir. Bölünme, cevherde değil, surettedir.(109)
Yorumlar
Yorum Yap-Hamd, şeyleri bir yokluktan ve yokluğun yokluğundan var eden ve şeylerin varlığını kelimelerinin yönelişine dayandıran Allah’a mahsustur. Bu sayede onların yaratılmışlığını ve Hakk’ın kadimliğinden kaynaklanan ezeliliklerinin sırrını öğrendiğimiz gibi Allah’ın bize bildirdiği kadimliğini de öğreniriz. (14) fütuhat-ı mekkiyye 1. cild -Allah Teala şöyle buyurur: ‘O’nun benzeri bir şey yoktur.’ Bu ayet farklı şekillerde yorumlanmıştır. Allah bu ayetle ilgili olarak tevil yapan herkesin yorumunu ve bunların arasından en üstününü bilir. Bu yoruma göre varlıkta Hakka benzeyen veya Hakkın misli bir şey yoktur. Çünkü varlık, Hakkın aynıdır ve varlıkta O’ndan başkası yoktur ki O’nun benzeri veya O’ndan farklı olsun. Böyle bir şey düşünülemez. Şöyle sorabilirsin: ‘Peki bu görülen çokluk nedir?’ Şöyle deriz: ‘Hakkın varlığında onlar, mümkün istidatların hükümlerinin nispetleridir. Nispeder ise ne hakikat ne de bir şeydir. Onlar, nispetlerin hakikatlerine göre, var olmayan durumlardır (umur-ı ademiyye). Varlıkta O’ndan başka bir şey yok ise, O’nun misli bir şey de yoktur, çünkü (O’ndan başka) herhangi bir şey yoktur! ima ettiğimiz şeyi anla ve iyice öğren. Çünkü mümkünlerin istitları, sadece varlık kazanmışlardır. Varlık ise Haktan başka değildir. Çünkü varlığın Hak olmayan (Hakka) ilave bir şey olması imkânsızdır. Apaçık delil bunu gösterir. Öyleyse varlıkta, varlık ile sadece Hak zuhur etmiştir. Yani Varlık, Haktır ve birdir. O’nun benzeri olabilecek bir şey yoktur. Çünkü birbirinden farklı veya birbirine benzer iki varlığın olması mümkün değildir. O halde gerçekte cem’, daha önce de belirttiğimiz gibi, varlığı O’na tahsis etmendir. Bu durumda varlık O’nun aynı olur. Ortaya çıkan sayı ve ayrımı ise, mümkünlerin ayan’ına tahsis edersin (cem’). Bunlar, onların istidadarının aynıdır. Bunu öğrenince, cem’in, cem’u’l-cem’in ve çokluğun varlığının anlamını öğrenmiş olursun. İşleri asıllarına katmış, hakikatleri temyiz etmiş olursun. Bu durumda, Hak her şeye yaratılışını verdiği gibi, sen de her şeye hükmünü verirsin. Cem’i söylediğimiz şekilde anlamazsan, ona dair bir bilgin yok demektir. (296) -mülk için su bir heyula gibidir. Allah’ın mülkü olan âlemin suretleri ise onda ortaya çıkmıştır. Bilgi ise, cevher ve nispederle sınırlıdır. Öyleyse cevherler vardır ve nisbetler, var olmayan (ademî) akledilir şeylerdir. Allah’ın dışındaki her şey bu durumdadır.(112) Terkip bir nispettir ve nispet var olmayan (ademî) bir durumdur. Bu basitlerin terkibi olmasa ve onlar bir araya gelmeseydi, daha önce var olmayan bir şey ortaya çıkmayacak ve var olmayacaktı. Öyleyse ortaya çıkan şey, basitlerin kendilerinden başka bir şey değildir. Bu mizaçtan ortaya çıkan şey de mizaçtan başkası değildir. Dolayısıyla ‘niçin engellendim?’ diyecek biri yoktur. Böyle bir şey olmayınca, ilahi cömertlikte engellenme de mümkün olmamıştır. O halde engelleme ve engelleyen (bahsi), var sayılan nispetlere döner. Allah herkese bu ve benzeri bilgileri öğretmez. Şeriatlar ise insanların dillerinde alışkanlık haline gelmiş ifadelere göre inmiştir. Bu nedenle Allah ‘Her peygamberi kavminin diliyle gönderdik’ buyurur. Dolayısıyla her peygamber dilde aşina olunan anlayışlara göre vahiy getirmiştir. Bazen dildeki uzlaşma hakikatlerin kendinde bulunduğu durumdan farklı bir şekilde gerçekleşirken bazen öyle olmaz. Allah Teâlâ bütün bu durumlarda kendi katından indirmiş olduğu hükümleri(231) korkutmalarını ve vaatlerini anlasınlar diye onlara uyar. Akıl delili Hakk’ın bir mekânda sınırlanmasının imkânsızlığını gösterirken şeriatın dili Allah için mekânda bulunmayı zikretmiştir. Bu durum, kendilerine peygamber gönderilenlerin dillerindeki ortak kullanımdan kaynaklanır. Hz. Peygamber zenci cariyeye ‘Allah nerededir?’ diye sormuştur. Soruyu peygamberden başkası sormuş olsaydı, akıl soruyu soranın cahil olduğuna hükmederdi, çünkü Allah için mekân olamaz. Soruyu soran peygamber olup onun hikmeti ve bilgisi malum olduğu için,' buradan muhatabın Yaratıcısını ancak kendi tasavvuru ölçüsünde bilebileceğini anladık. Alışık olduğu dilden ve kendi tasavvurundan başka bir şekilde peygamber kadına hitap etseydi, hiç kuşkusuz, amaçlanan yarar kalkar, kabul gerçekleşmezdi. Binaenaleyh peygamberin hikmeti, öyle bir hususu öyle bir soruyla ve ifadeyle sormak şeklinde tecelli etmiş, kadın göğü işaret ettiğinde Hz. Peygamber ‘Mümin bir kadın’, yani Allah’ın varlığını tasdik eden bir kadındır demiş, hâlbuki ‘bilgili bir kadın’ dememiştir. Alim bilgisiyle cehaletinde cahile eşlik edebilir (onu anlayabilir). Alim olmayan cahil ise âlime eşlik edemez ve ona bilgisizce yaklaşır. Bütün bunlar, âlemdeki ilahi hikmetlerdir. ‘Sıfatlar O’nun zatının ne aynı ne de ondan başkadır’ diyenin ifadesi ise gerçekten son derece uzaktır. Bu görüşü benimseyen kimse ilâvenin -ki başka demektir- varlığını kesinlikle delillendirmiş, fakat böyle bir isimlendirmeyi inkâr etmiştir. Sonra tanımda başka hakkında şöyle hüküm vermiştir: İki başka şey, birisinin diğerinden zaman-mekân, varlık-yokluk olarak ayrılması mümkün olan şeydir. Fakat konuyu bilen bütün bilginlere göre bu, iki başka hakkında gerçek bir tanım değildir. Bir şeyin farklı şeylere ilişmesi, onun zatında bir olmasına etki etmez. Sözün bölünmesi (fiil, isim, bağlaç veya geçmiş, gelecek ve şimdi¬ ki zaman), onun birliğine etki etmez. Bir şeyin zatî nitelikleri çok olsa bile, bu durum, o şeyin kendisindeki çokluğu göstermez. Çünkü (akılda ve bilgide) birbirlerinden ayrı bilinseler bile (gerçekte) nitelikler, zatın bütünlüğünden ibarettir. Âlemdeki her suret, cevherdeki bir arazdır. Suret, farklı cevherlere girer ve ayrılır. Cevher ise tektir. Bölünme, cevherde değil, surettedir.(109)
28.08.2021Allah cc sizlerden razı olsun çok ufuk açıcı ...
26.08.2021