Değirmeni bilirsiniz; iki tane taş var, bir tanesi dipte sabit diğeri oynak. İkisi arasına mısır veya buğday atarsanız taş taşı yemez ve un olur. Eskiler bilir o taşın hemen dibine düşenleri bebekler için mama yaparlardı. Taşın en çok ileriye fırlattığına kırma denirdi ve annemiz onunla çorba yapardı. Taşın ortasındakinden ise un yaparlardı. Dimağımız da değirmene benzer. Dimağın mertebeleri (dışarıdan içeriye doğru): Tahayyül, Tasavvur, Taakkul, Tasdik, İz'an, İltizam, İtikad. Bunları da birbiri üzerine bindirilmiş 7 tane değirmen taşı olarak düşünün. Eğer bir tanesine mısır, bir tanesine yulaf, diğerine arpa vs. atarsanız 7 tane değirmen taşı farklı şeyler öğütür. Eğer 7 tane değirmen taşını boş bırakırsanız taş taşı yer ve o 7 tane taştan farklı farklı ses çıkar.. içi boş olduğu için. Ne demek bu misal ? İnsanın dimağında birbiri üzerine bindirilmiş 7 mertebe var: içine buğday, mısır atmak demek ilim demektir... ilimle meşgul olmak demektir. İlmî malzemeleri toplamak dimağımızı hem meşgul eder hem un yapar hem istikametli olur.
Şimdi yeni bir misal vereceğim: insan dünyada dengeli yaşayabilmesi için vücudundaki iç organların dışarıya karşı bir basıncı var. Bir de dünyada yaşadığımızdan dolayı üzerimizde atmosfer basıncı var. Hava her 1 cm ye 10 newton basınç yapıyor. İnsanın derisi yüzülse üzerinde 170 newton basınç var diyor fizik. Bu dış basınca karşı içimizde bir tepki var bu şekilde dengeli yaşıyor. Yani dünyamız güneş etrafında dönerken o sabit yörüngede tutunabilmesi için dünyanın hızı değişmemesi lazım. Eğer dünyamız biraz hızlı giderse merkezden kaçar ve dünya galaksilere, ademe doğru düşer. Yani dünyamız güneşten kopar. Eğer dünyamız 1 sn yavaş hareket ederse, güneş dünyamızı çeker ve merkezde boğar, yakar. Şu yaşadığımız toprakta duygularımızın dışarıya bir basıncı, bir de atmosfer basıncı var. İnsanı denizin dibine soksak denizde dış basınç artıp içerideki basınca galip geleceğinden adamı tost gibi ezer. Bu adamı denizin dibine değil de dağın tepesine çıkarırsak dış dünyadaki atmosfer basıncı azalıp iç basınç çoğalacağından içimiz dışımıza çıkar. Dağa çıkınca basınç azalmasından dolayı ilk önce burnumuz kanar, sonra kulağımızdan kan gelir sonra gözümüzden en son ağzımızdan kan gelerek bütün organlarımız dışarıya çıkar ve ölürüz.
Aynı bu denizin dibi ve dağın başı misali gibi, sevgili kardeşlerim, insanda bir şuur ve bir de şuuraltı var: gündelik hayatı ve dibindeki mazisi var. Eğer dibimizdeki yani 5-10-15 yaşımızdaki o mazi yani babaannelerimiz, dedelerimiz, ninelerimiz, komşularımız vs. bir sürü cin hikayesi, mezarlık korkuları, yaşlılarımızın yanımızda konuştuğu meseleler, av hikayeler, başından geçen hadisler vs. bir sürü mazi var.. eğer insan yalnız kalırsa bu sefer içimizdeki o geçmiş hatırlar kendisini dışarıya çıkartır. Yani üst basınç olan düşüncelerimiz kalkarsa, yalnız olursak o şuur altı mazimizi hepsi hortlamaya başlar, dışarya çıkar ve hayatı anlamsız kılar.
Yok tersi olsa: lakara lukara, internet, tv, cep telefonu vs. ile insanın bulunduğu ortamın, konuştuğu insanların hepimize bir basıncı var. insan buna mukabele edemez, dayanamazsa dış basınç da içimizi ezer. Yani mekan, internet, tv, cep telefonları bizi tek bir duyguya sıkıştırır, her şey o olduğunu zannettirir. Bir düşünce, bir hayal, bir gaye, bir his, bir olumsuzluk bizi hep o zannettirir ve bizi orada boğar. O zaman ne yapacağız ? Denizin dibi dış basınçtır.. bu neye misal ? Yani yaşadığımız ortam müsbet olmalı, dış basınç fazla olmamalı: internet, tv, cep telefonlarından ve olumsuz insanlardan uzak duracağız ki dış basınç bizi tost etmesin.
Dağın tepesi demek: düşüncesizlik de bir düşüncedir. Düşüncesizlikle meşgul olmayacağız. Düşüncelerimizin yok olmasıyla uğraşmayacağız. Benim bu düşüncelerim yok olsun diye uğraşırken kullandığım şey düşüncelerim değil midir ? Düşüncelerin yok olması için düşünceleri aktif ediyorsun. Köpeği köpeğe salıyorsun. Bunu yapmayacaksın. Eğer bu düşüncelerin ortadan kalkarsa şuur altındaki mazilerin ortaya çıkar.. o zaman nedir ? bu düşünceleri kontrol edeceğiz. Yani doğru yerde, doğru insanlarla doğru işi yapacağız: “kemoşta, kemotoşta, iyonoşta”: doğru düşünmeli, doğru konuşmalı, doğru yapmalı. Yani düşüncesizliği (düşüncelerimizin olmamasını) istemeyeceğiz, bunların bizden gitmesini istemeyeceğiz. Bunun yerine bu düşünceler bana ne diyor, onları nasıl kontrol ederim ? Yani doğrularla meşgul olacağız. İki tane doktor öneriyorum: doktor meşguliyet, doktor teslimiyet. Düşüncelerle savaşmayacaksınız.
Bediüzzaman Hz.leri diyor ki “düşünceler, vehim ve vesveselerle savaşmak yaban arılarıyla uğraşmak gibi onların daha beter hücumuna sebep olur”.. “düşünceler beni eziyor” diyorsan evet şuur altındaki düşüncelerini baskın tutuyor.. eğer üst basınç yani şu gündelik hadiseler olmasa hep mazimizi yaşamaya sebep olur. Mazimiz hortlar. Bu sefer hiç kaldıramayız. Ama ne yapacağız bu düşüncelerden kurtulmak için ?: 1) evrad-ezkarımızı okuyacağız, 2) kalbimizi tecerrüd edeceğiz,
3) aklımızı terklerle çalıştıracağız (cep telefonu tv'den uzak duracağız).
Allah Resulünun sıkıntısında yaptığı gibi: 1) namaza müracaat etmiş, 2) Kur'an okumuş, 3) bir çeşit sıkıntısı varmış ki Ebu Bekir Sıddık Hz.lerine gitmiş. Başka bir sıkıntısında Hatice-tü Kübra (ra) ile sohbet etmiş. Bilal-i Habeşi Hz.lerine gitmiş ezan okutturmuş. Ebu Said-i Hudri Hz.lerine gitmiş Kur'an okutturmuş. Peki niçin farklı farklı kişilere gitti ? farklı farklı yöntemler kullanmış, o zaman biz ne yapacağız ? 1) sohbet edeceğimizi bir yerimiz olacak: Ebu Bekirimiz, Hasan Can'larımız olacak (her bir padişahın bir Can'ı vardı: Yavuzun Hasan Can'ı, Fatih'in Akşemseddin'i vardı..her bir büyüğün akıl hocaları, gönül insanları, sığınacağı bir dağı, iltica edeceği bir mağrası vardı).
2) kalbimizi doğrular ile meşgul edeceğiz. Yani derslere gideceğiz. 5-10 dk Risale okuyacağız, Hizb-ul Kur'an ve Hizb-ul Hakaik-i Nuriye okuyacağız. Haftada en az bir cüz Kur'anımız olacak. Sohbete gidince sohbet ortamından tefeyyüz edeceğiz. Bunlar dış dünyamızdır. Sonra bu şekilde doğruları yaşadığımızdan dolayı tefekkürümüz, haletlerimiz olacak...ki bunlar da iç dünyamız. Güzel ortam ile dış dünyamızın basıncını dengeleyeceğiz..içimizi de yani dimağımız, kafamız terklerle çalışır. Kalbimizi eylemlerle, ibadetlerle çalışır. Yanlışları terk edeceğiz, doğruların yanında olacağız.. Dolayısı ile iç ve dış basınçlar eşit olacak.
Kısacası: dertlerinin gitmesine uğraşma. Dertlerinin gitmesine uğraşmak başka bir dert getirir. Çünkü hayatta boşluk yoktur. Dertler sana derman imiş.. dertler sana bir şey diyor..onu anlamaya çalış. Onlarla meşgul olma. Doğrularla meşgul ol. Bir örnek vereceğim: bir sahabe “ya Rabbi sabır ver” diye dua etmiş. Peygamber efendimiz ona demiş ki “dünya ve ahirette saadet iste, sabır isteme”. Neden ? Çünkü sabır istemek musibetin neticesidir. Sabır istemek musibeti istemektir.
Dolayısı ile menfiler ile meşgul olmakla insan menfi oluyor. Doğrularla meşgul olunca menfiler bastırılıyor. Buna ait başka bir misal vereyim: eşinizin kötü bir sıfatı var. Onu değiştirmeye kalkmayın. Güzel bir sıfatını onaylayın. Ona de ki: “şu hareketin var ya çok hoşuma gidiyor”.
Böyle onaylarsanız onun da hoşuna gider ve o güzel sıfatının kalitesini ve çapını genişletir.
Yani iyi insanların kötü sıfatları yok değil. Kötü sıfatları bastırılmıştır iyi sıfatlarla.
O zaman iyilerle meşgul olduğunda basınç dengeleniyor.
Yorumlar
Yorum YapDeğirmeni bilirsiniz; iki tane taş var, bir tanesi dipte sabit diğeri oynak. İkisi arasına mısır veya buğday atarsanız taş taşı yemez ve un olur. Eskiler bilir o taşın hemen dibine düşenleri bebekler için mama yaparlardı. Taşın en çok ileriye fırlattığına kırma denirdi ve annemiz onunla çorba yapardı. Taşın ortasındakinden ise un yaparlardı. Dimağımız da değirmene benzer. Dimağın mertebeleri (dışarıdan içeriye doğru): Tahayyül, Tasavvur, Taakkul, Tasdik, İz'an, İltizam, İtikad. Bunları da birbiri üzerine bindirilmiş 7 tane değirmen taşı olarak düşünün. Eğer bir tanesine mısır, bir tanesine yulaf, diğerine arpa vs. atarsanız 7 tane değirmen taşı farklı şeyler öğütür. Eğer 7 tane değirmen taşını boş bırakırsanız taş taşı yer ve o 7 tane taştan farklı farklı ses çıkar.. içi boş olduğu için. Ne demek bu misal ? İnsanın dimağında birbiri üzerine bindirilmiş 7 mertebe var: içine buğday, mısır atmak demek ilim demektir... ilimle meşgul olmak demektir. İlmî malzemeleri toplamak dimağımızı hem meşgul eder hem un yapar hem istikametli olur. Şimdi yeni bir misal vereceğim: insan dünyada dengeli yaşayabilmesi için vücudundaki iç organların dışarıya karşı bir basıncı var. Bir de dünyada yaşadığımızdan dolayı üzerimizde atmosfer basıncı var. Hava her 1 cm ye 10 newton basınç yapıyor. İnsanın derisi yüzülse üzerinde 170 newton basınç var diyor fizik. Bu dış basınca karşı içimizde bir tepki var bu şekilde dengeli yaşıyor. Yani dünyamız güneş etrafında dönerken o sabit yörüngede tutunabilmesi için dünyanın hızı değişmemesi lazım. Eğer dünyamız biraz hızlı giderse merkezden kaçar ve dünya galaksilere, ademe doğru düşer. Yani dünyamız güneşten kopar. Eğer dünyamız 1 sn yavaş hareket ederse, güneş dünyamızı çeker ve merkezde boğar, yakar. Şu yaşadığımız toprakta duygularımızın dışarıya bir basıncı, bir de atmosfer basıncı var. İnsanı denizin dibine soksak denizde dış basınç artıp içerideki basınca galip geleceğinden adamı tost gibi ezer. Bu adamı denizin dibine değil de dağın tepesine çıkarırsak dış dünyadaki atmosfer basıncı azalıp iç basınç çoğalacağından içimiz dışımıza çıkar. Dağa çıkınca basınç azalmasından dolayı ilk önce burnumuz kanar, sonra kulağımızdan kan gelir sonra gözümüzden en son ağzımızdan kan gelerek bütün organlarımız dışarıya çıkar ve ölürüz. Aynı bu denizin dibi ve dağın başı misali gibi, sevgili kardeşlerim, insanda bir şuur ve bir de şuuraltı var: gündelik hayatı ve dibindeki mazisi var. Eğer dibimizdeki yani 5-10-15 yaşımızdaki o mazi yani babaannelerimiz, dedelerimiz, ninelerimiz, komşularımız vs. bir sürü cin hikayesi, mezarlık korkuları, yaşlılarımızın yanımızda konuştuğu meseleler, av hikayeler, başından geçen hadisler vs. bir sürü mazi var.. eğer insan yalnız kalırsa bu sefer içimizdeki o geçmiş hatırlar kendisini dışarıya çıkartır. Yani üst basınç olan düşüncelerimiz kalkarsa, yalnız olursak o şuur altı mazimizi hepsi hortlamaya başlar, dışarya çıkar ve hayatı anlamsız kılar. Yok tersi olsa: lakara lukara, internet, tv, cep telefonu vs. ile insanın bulunduğu ortamın, konuştuğu insanların hepimize bir basıncı var. insan buna mukabele edemez, dayanamazsa dış basınç da içimizi ezer. Yani mekan, internet, tv, cep telefonları bizi tek bir duyguya sıkıştırır, her şey o olduğunu zannettirir. Bir düşünce, bir hayal, bir gaye, bir his, bir olumsuzluk bizi hep o zannettirir ve bizi orada boğar. O zaman ne yapacağız ? Denizin dibi dış basınçtır.. bu neye misal ? Yani yaşadığımız ortam müsbet olmalı, dış basınç fazla olmamalı: internet, tv, cep telefonlarından ve olumsuz insanlardan uzak duracağız ki dış basınç bizi tost etmesin. Dağın tepesi demek: düşüncesizlik de bir düşüncedir. Düşüncesizlikle meşgul olmayacağız. Düşüncelerimizin yok olmasıyla uğraşmayacağız. Benim bu düşüncelerim yok olsun diye uğraşırken kullandığım şey düşüncelerim değil midir ? Düşüncelerin yok olması için düşünceleri aktif ediyorsun. Köpeği köpeğe salıyorsun. Bunu yapmayacaksın. Eğer bu düşüncelerin ortadan kalkarsa şuur altındaki mazilerin ortaya çıkar.. o zaman nedir ? bu düşünceleri kontrol edeceğiz. Yani doğru yerde, doğru insanlarla doğru işi yapacağız: “kemoşta, kemotoşta, iyonoşta”: doğru düşünmeli, doğru konuşmalı, doğru yapmalı. Yani düşüncesizliği (düşüncelerimizin olmamasını) istemeyeceğiz, bunların bizden gitmesini istemeyeceğiz. Bunun yerine bu düşünceler bana ne diyor, onları nasıl kontrol ederim ? Yani doğrularla meşgul olacağız. İki tane doktor öneriyorum: doktor meşguliyet, doktor teslimiyet. Düşüncelerle savaşmayacaksınız. Bediüzzaman Hz.leri diyor ki “düşünceler, vehim ve vesveselerle savaşmak yaban arılarıyla uğraşmak gibi onların daha beter hücumuna sebep olur”.. “düşünceler beni eziyor” diyorsan evet şuur altındaki düşüncelerini baskın tutuyor.. eğer üst basınç yani şu gündelik hadiseler olmasa hep mazimizi yaşamaya sebep olur. Mazimiz hortlar. Bu sefer hiç kaldıramayız. Ama ne yapacağız bu düşüncelerden kurtulmak için ?: 1) evrad-ezkarımızı okuyacağız, 2) kalbimizi tecerrüd edeceğiz, 3) aklımızı terklerle çalıştıracağız (cep telefonu tv'den uzak duracağız). Allah Resulünun sıkıntısında yaptığı gibi: 1) namaza müracaat etmiş, 2) Kur'an okumuş, 3) bir çeşit sıkıntısı varmış ki Ebu Bekir Sıddık Hz.lerine gitmiş. Başka bir sıkıntısında Hatice-tü Kübra (ra) ile sohbet etmiş. Bilal-i Habeşi Hz.lerine gitmiş ezan okutturmuş. Ebu Said-i Hudri Hz.lerine gitmiş Kur'an okutturmuş. Peki niçin farklı farklı kişilere gitti ? farklı farklı yöntemler kullanmış, o zaman biz ne yapacağız ? 1) sohbet edeceğimizi bir yerimiz olacak: Ebu Bekirimiz, Hasan Can'larımız olacak (her bir padişahın bir Can'ı vardı: Yavuzun Hasan Can'ı, Fatih'in Akşemseddin'i vardı..her bir büyüğün akıl hocaları, gönül insanları, sığınacağı bir dağı, iltica edeceği bir mağrası vardı). 2) kalbimizi doğrular ile meşgul edeceğiz. Yani derslere gideceğiz. 5-10 dk Risale okuyacağız, Hizb-ul Kur'an ve Hizb-ul Hakaik-i Nuriye okuyacağız. Haftada en az bir cüz Kur'anımız olacak. Sohbete gidince sohbet ortamından tefeyyüz edeceğiz. Bunlar dış dünyamızdır. Sonra bu şekilde doğruları yaşadığımızdan dolayı tefekkürümüz, haletlerimiz olacak...ki bunlar da iç dünyamız. Güzel ortam ile dış dünyamızın basıncını dengeleyeceğiz..içimizi de yani dimağımız, kafamız terklerle çalışır. Kalbimizi eylemlerle, ibadetlerle çalışır. Yanlışları terk edeceğiz, doğruların yanında olacağız.. Dolayısı ile iç ve dış basınçlar eşit olacak. Kısacası: dertlerinin gitmesine uğraşma. Dertlerinin gitmesine uğraşmak başka bir dert getirir. Çünkü hayatta boşluk yoktur. Dertler sana derman imiş.. dertler sana bir şey diyor..onu anlamaya çalış. Onlarla meşgul olma. Doğrularla meşgul ol. Bir örnek vereceğim: bir sahabe “ya Rabbi sabır ver” diye dua etmiş. Peygamber efendimiz ona demiş ki “dünya ve ahirette saadet iste, sabır isteme”. Neden ? Çünkü sabır istemek musibetin neticesidir. Sabır istemek musibeti istemektir. Dolayısı ile menfiler ile meşgul olmakla insan menfi oluyor. Doğrularla meşgul olunca menfiler bastırılıyor. Buna ait başka bir misal vereyim: eşinizin kötü bir sıfatı var. Onu değiştirmeye kalkmayın. Güzel bir sıfatını onaylayın. Ona de ki: “şu hareketin var ya çok hoşuma gidiyor”. Böyle onaylarsanız onun da hoşuna gider ve o güzel sıfatının kalitesini ve çapını genişletir. Yani iyi insanların kötü sıfatları yok değil. Kötü sıfatları bastırılmıştır iyi sıfatlarla. O zaman iyilerle meşgul olduğunda basınç dengeleniyor.
21.03.2017